Arka Kapak
Yedinci
ve en tesirli bıçak darbesi ensesine gelir boynu sağa doğru bükülmüştür.
Dervişler yere kapanmasını bekleye dursun. Şems Hz. Peygamberin şu hadisini
sesi boğuk mırıldanır: “Allah’a kavuşmayı isteyeni Allah da sever” Dervişlerden
birisi sırtına tekmeyi vurur. Yüzüstü taş zemine kapanır, dudağı patlamış,
dişleri zemine dökülmüştür Siyah feracesi kanlar içinde bordoya dönmüştür.
Saçlarından tutarak kafasını kaldıran dervişin niyeti Şemsin başını gövdesinden
ayırmaktır
Baş derviş engeller. Bırakın son nefesini versin. Sonra da en yakın bir kuyuya
atın. Kıyafetine sarıp atın.
Avluyu yıkayın. Sabah ile yola çıkarız. Şems hala son nefesini vermemiştir
Sille taşının üzerindeki başını hafifçe göğe kaldırır ve: “Allah ne güzel
sevgilidir. Rabbim sana aşığım. Ve bu canı sana hediye ediyorum.” Mevlana içeri
girer, mendili koklar eli titreyerek açar. İçinden saman kağıda yazılmış bir
not çıkar: “Yemin ederim ki ölümümün gözlerinin önünde olmasını isterdim. Gör
ki aşk için
ölmek ne demekmiş.” Mevlana olduğu yere düşüp bayılmıştır.Geceden sonra doğan
ve kalplerin çöllerini cennetlere çeviren bir gözyaşı bu. Çoraklaşmış ve çöle
dönmüş kalpler; açın sadrınızı! Aşkın gözyaşları, serin serin, sağanak sağanak,
üzerimize damlıyor; bakın gökyüzüne, nasılda aşk yağıyor…
Ölmek
üzere olan birisinin son nefesine kadar kendini Allah’a teslim etmiş olmasından
herkes etkileniyor. Özellikle “Allah ne güzel sevgilidir. Rabbim sana aşığım.
Ve bu canı sana hediye ediyorum.” cümlesi bu durumu özetler nitelikte…
Karakterler:
Hz.
Mevlana
Doğumu; 30 Eylül 1207 Belh, Afganistan
Ölümü; 17
Aralık 1273 (66 yaşında) Konya, Anadolu Selçuklu Devleti
Mevlâna 30 Eylül
1207 yılında bugün Afganistan sınırları içerisinde yer alan Horasan Ülkesi'nin
Belh şehrinde doğmuştur.
Mevlâna'nın babası
Belh Şehrinin ileri gelenlerinden olup, sağlığında "Bilginlerin
Sultânı" ünvanını almış olan Hüseyin Hatibî oğlu Bahâeddin Veled'tir. Annesi ise Belh Emiri Rükneddin'in kızı Mümine Hatun'dur.
Sultânü'I-Ulemâ Bahaeddin Veled, bazı siyasi olaylar ve yaklaşmakta olan Moğol istilası
nedeniyle Belh'den ayrılmak zorunda kalmıştır. Sultânü'I-Ulemâ 1212 veya 1213
yılllarında aile fertleri ve yakın dostları ile birlikte Belh'den ayrıldı.
Mevlâna 15 Kasım
1244 yılında Şems-i Tebrizî ile karşılaştı. Mevlâna Şems'de "mutlak
kemâlin varlığını" cemalinde de "Tanrı nurlarını"
görmüştü. Ancak beraberlikleri uzun sürmedi. Şems aniden öldü.
Tebrizli Şems:
Sultânü'I-Ulemâ'nın
ilk durağı Nişâbur olmuştur. Nişâbur şehrinde tanınmış mutasavvıf Ferîdüddin
Attar ile de karşılaştılar. Mevlâna burada küçük yaşına rağmen Ferîdüddin
Attar'ın ilgisini çekmiş ve takdirlerini kazanmıştır.
Şems-i
Tebrizi künyesinden de anlaşılacağı üzere, günümüzde İran'ın Doğu Azerbaycan Eyaleti’nin
yönetim merkezi olan Tebrizşehrinde
m. 1185 yılında Melik Dad oğlu Ali adında bir zatın oğludur ve Şemseddin yani dinin güneşi lâkabıyla
anılmıştır.
Daha küçük yaşlarda, mânevî ilimleri tahsilde
gösterdiği kabiliyetle dikkat çeken Şems, din ilimleri tahsilden sonra, genç
yaşlarında Tebrizli Ebubekir Sellaf'a
mürid olmuş, ününü duyduğu bütün meşhur şeyhlerden feyz almaya çalışmış ve bu
sebeple diyar diyar dolaşmıştır. Bu gezginliğinden dolayı kendisine "Şemseddin Perende" (uçan Şemseddin) denilmiş, ayrıca Tebriz’de
tarikat pîrleri ve hakikat arifleri ona "Kâmil-i
Tebrizî" adını
vermişlerdi.
Kitap Notlarım:
-Şems ki
Mevlana’yı Mevlana yapandır. Şems ile karşılaşıncaya kadar Mevlana bir
alimdidir. Konya’nın sevgilisi, olgun ve makul başmüderrisi. Aklın ve onun
çocuğunun olan, bilimin dairesi içinde dolaşan mantıklı bir İslam âliminden bir
cezbe çıkaran Şems’tir.
-Yalnızlık
aşkın vekâletidir. Ölüm aşkın kefaretidir.
Her aşk baş götürür. Bu kez baş veren Şems
olmuştur.
-Her şey
insanoğluna feda iken, insanoğlu kendisine cefa olmuştur.
-Sen teninle
hayvan ruhunla meleksin
Bunun için hem toprağa hem feleğe gidersin.
-Gençliğin
dört umdesi vardı. Vatan kokusu, kitap kokusu, oğul kokusu ve yârin kokusu.
Benimse gençliğimse vatansız, evlatsız, ve yârsız. Tek umdem, yegâne uhdem,
içimdeki aşk avucuna teslim edeceğim şeyh.
-Hoca bir gün
elinde elma tutarak bir talebeye dedi ki: “Allah’ı gördüm ve O’ndan elma
istedim, bana verdi. Bayezid (Bestami) Allah’ı Allah’tan istedi. Sen kimi
isterdin?” talebe dedi ki; “Ben de Allah’tan Allah’ı isterdim. Bayezid’
hürmeten.”
-Şems Mevlana
ile ilk karşılaştığında;
-Söyle bana
içlerinden hangisi daha büyüktür; ermiş Bayezid-i Bistami mi yoksa Hz. Muhammed
mi?
-Nasıl soru
bu? Hiç şüphesi yok ki Hz. Muhammed.
-Peki Hz.
Muhammed daha büyükse nede “Seni bilmem gerektiği gibi bilemedim” dedi de
Bayezid “Zeten benimdir. İtibarım ne büyüktür. Çünkü sadece Hak’la doluyum”
dedi.
-Hz. Muhammed
hâlâ Allah’ı arıyordu ve bildikleri durmak için ona yeterli gelmiyordu. Bayezid
ise Allah’ı içinde kaybolmuştu. O vardığını sandı; ama varmak diye bir şey
yoktu.
-Şeytanın
sana secde etmemesinin sebebi seninle bu sırrı geçmek istemesiydi… Günah burada
işlendi Şeytan sınırı ihlal etti… İnsanla birlikte, meleklerin kaldığı yerden,
daha ileriye gitmek, yeniden huzura kavuşmak istedi… Belki insana bu yüzden
secde etmedi… İhtiraslı bir çılgın gibi… İnsanı kıskandığı için… Allah’a en
yakın olabilmek için… Ama şeytan bilemedi aşksızlığından Allah’a
kavuşamayacağını , insanı bundandır çekememesi yani aşktan mahrum kalmanın
ezikliği şeytanın kaprisidir.
-Bir gün Mevlana’ya felsefe ile meşgul
olan bir grup insan geldi. İmani konularda soruları vardı. Mevlana, bu
felsefecileri Şems-i Tebrizi’ye gönderdi. Felsefeciler Şems’e geldiklerinde, O,
talebelerine, bir kerpiç üzerine nasıl teyemmüm edileceğini gösteriyordu.
Gelenlerden biri, en çok takıldıkları üç soruyu, peş peşe sıralayıverdi: 1-
Allah var dersiniz, ama görünmez, gösteremezsiniz; gösterin de inanalım! 2-
Şeytanın ateşten yaratıldığını söylersiniz, sonrada Cehennem’de ateşle ceza
verilecek, dersiniz. Ateşten yaratılmış şeytana, ateş acı verebilir mi? 3- Ahirette
herkes hakkını alacak, yaptıklarının karşılığını görecek, diyorsunuz. Rahat
bırakın şu insanları istediklerini yapsınlar… Sorular biter bitmez Şems,
elindeki kerpici, soruları soran felsefecinin kafasına vurdu. Felsefeci hemen
kadıya gitti ve Şems’ten şikayetçi oldu. “Ben soru sordum, O bana kerpiçle
vurdu!” dedi. Şems-i Tebrizi de kendini savundu: “O bana sordu, ben de cevabını
verdim.” Kadı bu işi açıklamasını isteyince de şu açıklamayı yaptı: “Efendim,
bu adam, ‘Bana Allah-u Teala’yı göster.’ dedi. Ben de elimdeki kerpici başına
vurarak sorusunu açıkladım. Şimdi başının ağrıdığını söylüyor. Bana başının
ağrısını gösterebilir mi?” Adam şaşırdı ve, “Ağrı gösterilir mi? Ancak
hissedilir!” dedi. Şems de : “İşte, nasıl varolan ağrı gösterilmezse, Allah’da
vardır, ama göze gösterilemez demek istedim!” Şems savunmasına şöyle devam
etti: “Bu adamın ikinci sorusu, ateşten yaratılmış olan şeytanın ateşle nasıl
cezalandırılacağı idi.Ben bunu açıklamak içinde başına topraktan yapılmış bir
kerpiçle vurdum. Başı acıdı, ağrıdı. Oysa ki kerpicinde kendisi gibi asıl
maddesi topraktır. Nasıl toprak toprağa acı veriyorsa, ateş de ateşten
yaratılmış şeytana azap verecektir. Üçüncü sorusu da ‘Bırakın insanları,
isteyen istediğini yapsın; niçin ahirette yapılanların karşılığı verilecek,
diye korkutuyorsunuz?’ şeklindeydi. Ben de ona canımın istediğini yaptım. Ama
bundan hoşlanmadı ve beni size şikayet etti.” Felsefeciler bu açıklamalar
karşısında ne söyleyeceklerini bilemediler ve çok mahcup oldular.
-Ölüm ve aşk. İç içe iki kelime. Allah’a
yolculuk için işte sır burada. Kalbin içinde ve Nur’u Muhammed ile.
-Ey nefislerine karşı aşırı giden
kullarım. Allah’ın rahmetinden umut kesmeyin. Şüphesiz Allah tüm günahları
bağışlayacaktır. (Zümre, 53)
-Dinin saf ve katıksız bir su gibi
kalması için daima, helal rızık iste. Haram rızık peşinde koşanın kalbi, teni
içinde tamamıyla ölüme mahkumdur.
-Belaların nerden geldiğini bilmemek,
belaların en büyüğüdür.
-Kalp kalemi yazmasaydı kelimeler
ağzında dekor olarak kalırdı. İçi boş kelimeleri yalnızlık doldururdu.
-Aşkın sarhoş etti beni, ellerimi
çırpmaya koyuldum. Sarhoşum, kendimden geçmişim. Ne bilirim ne yaptığımı.
Korktum, üzüm oldum şimdi. Artık kendimi ekşi yüzlü gösteremem ki. Halk, “Böyle
olmamak gerek” diyor. Böyle değilim ben de, beni, o böyle yaptı.
-Çöp atlayamazdım zahittim, dağ gibi
ayağımı diremiştim. Fakat hangi dağ var ki, seni tanısın, onu saman çöpü gibi
kapıp gitmesin. Seni övmek gerçekten de adamın kendisini övmesidir. Çünkü
güneşi öven kendini övüyor demektir.
-Allah (c.c.), Cebrail Aleyhissalam’a
“Ya Cebrail! Seni bir ademoğlu olarak yaratsam bana ne şekilde ibadet
ederdin?”diye sordu.
“Ya Rabbi! Sen her şeyi bilirsin, olmuş
olanı, olacak olanı ve olması muhtemel olanı. Cennetlerdeki ve dünyadaki hiçbir
şey Senden gizli saklı değildir. Benim Sana nasıl ibadet edeceğimi de bilirsin.”
Allah “Bilirim ya Cebrail, kullarım bilmezler. Anlat ki dinleyip öğrensinler!”
buyurdu.
Cebrail Aleyhissalam: “Ey Allah’ım bir
ademoğlu olsaydım Sana üç şekilde ibadet ederim. İlk olarak susuzları sulardım.
İkinci olarak ayıp şeyleri işleyenleri ayıpları setrelerdim. Üçüncü olarak da
fakirlere yardım ederdim.” Dedi. Bunun üzerine Allah(c.c.) da, “Bunları
yapacağını bildiğimden Ben seni buyruklarımın hamili kılıp peygamberlerime
gönderdim” dedi.
-Şeytan bir zamanlar melekti, hatta
meleklerin hocası idi. Adı Haris’ti. Haris, çok hırslı demektir. Allah’a ibadet
etmekte çok hırslıydı. Kainatta secde etmedik yer, hatta nokta bırakmamıştı. Fakat
Allah Hz. Adem’i yaratınca şeytan yaptığı ibadetlerin kendisine özel bir hak
tanıdığı düşündü. Kibirlendi, bu yüzden Allah ona Adem’e secde etmesini
söyleyince şeytan kabul etmedi. Geçmişteki ibadetlerinden kaynaklanan kibri Allah
rahmetinden uzaklaştırılmasına ve cehenneme gitmesini söyleyince şeytan, O’na
binlerce sene ibadet ettiğini ve mühlet istediğini söyledi. Allah ona kıyamet
gününe kadar mühlet verdi. Şeytan da bu zamana kadar bütün insanları kandırıp
saptırmaya adayacağını söyledi. “Önlerinde, arkalarında, sağlarında ve
sollarında olacağım” dedi.
Allah buna izin verdi; fakat şöyle
buyurdu: “Senin bütün takipçilerini cehenneme atacağım ve Ben de kullarıma
altlarından ve üstlerinden tecelli edeceğim.
On kötü
haslet yüzünden kalpleriniz ölmüş. “Allah, kalpleri ölmüş olanların duasını
kabul etmez.” Bu on kötü haslet şunlardır:
1.Allah’ı tanıdığınızı
iddia ediyor; fakat ona olan borcunuzu vermiyorsunuz. Bu borcu, fakir ve
muhtaçlara ihsanda bulunarak ödeyin.
2.Kur’an-ı Kerim’i
okuyorsunuz fakat hüküm ve kurallarından haberiniz yok. Okuduklarınızı
uygulayın.
3.Şeytanın düşmanınız
olduğunu iddia ediyor: fakat ona itaat ediyorsunuz. Onun tekliflerini geri
çevirin.
4.Kendinizi Ümmeti
Muhammed’den sayıyor; fakat sünneti seniyeyi uygulamaya çalışmıyorsunuz.
5.Cennete girmek
istediğinizi söylüyor; fakat ona girmek için gerekli amellerin hiçbirini
işlemiyorsunuz.
6.Ateşten mahfuz olmak
istiyor; fakat günahlarınızı ve kötü amellerinizle kendinizi mütemadiyen ona
sürüklüyorsunuz.
7.Ölümün herkese geldiğini
biliyor; fakat ona hiçbir hazırlıkta bulunmuyorsunuz. 8.Bütün din
kardeşlerinizin kusurlarını görüyor; fakat kendi kusurlarınızı görmüyorsunuz.
9.Allah’tan gelen bütün
nimetleri şükretmeden yiyor ve kullanıyor; fakat ona olan minnettarlığınızı
size verdiği nimetlerden muhtaçlara tasadduk ederek göstermiyorsunuz.
10.Ölülerinizi, aynı sonun
sizin de başınıza geleceğini bile bile, ibret almadan gömüyorsunuz.
Kitap hakkında düşüncelerim:
Beni benden alan, bende kaybolduğum bir kitaptı. Ey Şems'im sen maşuğunu bulmuşsun ne güzel eylemişsin. Bir de herkes seni tanısa ne güzel olurdu.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Sevgili canlar, lütfen yorumlarınızı esirgemeyiniz. :) Hepiniz benim için değerlisiniz. Sizleri çok seviyorum. :)